Türkiye’nin zorlu 2014 virajı
Bekir KAVRUK
Mekan ve zaman olarak toplam 4 boyuttan oluşan evrenimizde dünyamız adeta canlı bir embriyon özellikleri taşımaktadır. Son 150 yıl içerisinde dünyamız insanoğlunun özellikle Anglo-Sakson’lar öncülüğünde gerçekleştirdiği ve günümüzde de hala devam eden para eksenli sanayileşme ve ahlak anlayışının doğal bir sonucu olarak ciddi bir çevre tahribatına maruz kalmıştır.
İklim değişikliği sonrası Antartika’da buzulların erimesi durumunda kuzeyde stratejik bir deniz koridorunun oluşacağı beklentisi ile dünyanın süper zeki ( ! ) süper güçleri arasında ( ABD , AB , Rusya , Çin .. ) güç mücadelesi şimdiden başlarken ne ironiktir ki yaklaşan çevre felaketi yine geri plana itilmiş bulunmaktadır.
Milton Friedman ve F.Hayek’in öncülüklerinde geliştirilip 80’li yıllardan itibaren dünyada hayata geçirilen üretimin değil paradan para kazanma odaklı Neo-Liberal / Borç-Tüketim ekonomisinin vardığı son nokta olan 2008 Mega Krizinin ateşi şu ana kadar karşılıksız basılıp piyasaya sürülen 10 trilyon dolar civarı paraya rağmen söndürülememiş olup , bir yandan iflas ertelenip vakit kazanılmaya çalışılırken hala kalıcı köklü çözümler üretilememiş bulunmaktadır.
Yaşanan Mega Krizin en büyük tahribatı zenginlerin daha zenginleşmesi olup , milyonların açlık , dikta , savaş , terör ve susuzlukla kıvrandığı dünyamızda finans kaynaklarının neredeyse %50’si dünya nüfusunun %1’inin eline geçerek finans kapitalizminden “tekelci finans kapitalizmine” geçiş süreci tamamlanmak üzeredir.
Modern psikolojinin babası sayılan Sigmund Freud’un “topografik zihin modeli” ne göre durumdan sonuç çıkaracak olursak insanoğlunun temel zihniyetinin Ortaçağ’dan bu yana önemli bir değişikliğe uğramayıp günümüzde “ Ortaçağ’ın modern versiyonunu “ yaşadığımızı söylemek mümkün görünmektedir.
Dünya ABD (Fed) , AB ve Çin’deki son gelişmeler yanında Suriye , Venezuela , Arjantin ve Tayland ve özellikle Ukrayna’da yaşanan krizlerle kritik bir aşamaya gelirken Türkiye’nin de dış faktörler yanında yerel seçimler öncesi maalesef çok sertleşen iç politik gelişmeler sonucunda 2014 yılı içerisinde zorlu virajlardan geçmesi söz konusudur.
Dış dünya gözüyle Türkiye’nin “düz aynada” aktüel görünüm ve algısını şöyle özetlemek mümkündür:
1 ) Siyasi Görünüm :
a – Taksim / Gezi olaylarında ortaya çıkan tablo neticesi batılılar gözüyle o zamana kadar örnek ülke kabul edilen Türkiye’de İslam – Demokrasi formülü ağır hasara uğramıştır.
b - 17 Aralık operasyonu sonrası gerek iç gerekse dış basında şu konular üzerinde tartışmalar yoğunlaşmıştır : Yolsuzluk , rüşvet , basın-düşünce özgürlüğü , kuvvetler ayrılığı (yasa , yürütme , yargı ) ihlali ve tek elde toplama tartışmaları , tek adam yönetimi ( Otokrasi ) , tek parti devleti , hukukun üstünlüğü , insan hakları , özel yaşama müdahale , adalet ve demokrasi sisteminin sağlıklı işleyişine ilişkin kaygılar , kaset olayları , internet yasası …
c - Türkiye bir süredir izlediği dış politika ile uluslararası arenada ilk defa laik değil sünni din pozisyonlu bir devlet olarak algılanmaya başlanmıştır. Komşularıyla ( Suriye , Mısır ..) yaşadığı sorunlar ve özelikle İsrail karşıtlığının tabanda antisemitizme kayma eğiliminden dolayı ABD ve AB ile ihtilaflar yaşanmaya başlamıştır.
d - Türkiye AB’nin ekonomik kriterleri olan Maastricht kriterlerine yaklaşmış olmakla birlikte insan hakları – demokrasi – hukuk kriterlerini içeren Kopenhag kriterlerinden hızla uzaklaşarak AB’den ziyade otoriter Şangay Beşlisi’ne yaklaşır görünümüyle eleştiri oklarını üzerine toplamıştır.
2 ) Ekonomik görünüm
a - Türkiye G-20 üyesi olup , dünyanın 17.büyük ekonomisi olma başarısını göstermiştir. Bütçe açığı ve kamu borçlarının GSYH ‘ya oranları nispeten düşük olup , bankacılık sistemi 2001 krizi sonrası sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. 2003’ten bu yana cari açığa dayalı büyüme stratejisi izlemiştir. Ancak yurt içi ve yurt dışındaki son gelişmeler sonrası iddialı ekonomik büyüme noktasını yakalamadaki cari açık ihtiyacının %5’lere ( 40 milyar USD) kadar çıktığı tahmin edilmektedir.
b - Ekonomisi hem mal hem de finansman bazında dış kaynak bağımlısı olup , cari açık (döviz ) finansmanını yabancı portföy ( sıcak para ) ve doğrudan yabancı sermaye girişiyle karşılamaktadır. Son 10 yıllık süre zarfında dünyadaki likit para bolluğundan ve gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının düşüklüğünden ötürü cari açık finansmanında zorluk çekmemiştir. Ancak bilindiği üzere 22 Mayıs'tan itibaren alınan FED kararları neticesi bu trendin sona erme süreci başlamış bulunmaktadır.
c - Sanayisinin üretimi için gerekli olan ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü ( %60 civarı ) ham ya da yarı mamul olarak ithal etmek zorunda olup , kısacası sanayisi ve enerji ihtiyacı da dış kaynak (döviz) bağımlısıdır. Yüksek katma değerli çoğu montaja dayalı elektronik ve otomotiv sanayisi içinde durum farklı değildir.
d - Sanayisinin GSYH içerisindeki payı gittikçe küçülürken ( %15,6 ) finans sektörü büyümeye devam ederek ekonominin mutlak hakimi durumuna gelmiştir. Sanayicilerinin bir kısmı müteahhitlik sektörüne kayması sağlanarak topraktan ruhsatlı arsa – inşaat – rant ve bundan sermaye yaratma formülü üzerinden GSYH’ya böylece ekonomik büyümeye iç pazardan katkı sağlama politikası izlenmiştir.
e - 2002 sonrası kamu yerine özel kesimin borçlanması esas alınmış olup , başta özel sektör olmak üzere kısa – uzun vadeli toplam ülke dış borcu 400 milyar dolara yaklaşmış bulunmaktadır. Ekonomik görünüm son gelişmeler sonrası Standard&Poor’s’a göre negatife dönmüş , CDS global piyasa primleri ise ilk defa Portekiz’in rakamlarına (240 ) çıkmış bulunmaktadır..
f - TCMB ‘nın global sermaye akışına ilişkin elindeki gerçek tek silahı faiz silahı olup , bu silahı FED’in 22 Mayıs kararından bu yana uzun süre bir türlü kullanamamasının nedeni siyasi etkiler altında kalmasına bağlanmış ve böylece özerk – bağımsız yapısı tartışma konusu olmuştur.
g - Özelleştirme yolu ile bir seferlik satışlardan sağlanan gelirler köprü ve otoyolların satış alternatifi dışında pek kalmadığı için bütçe açığının artma riski ortaya çıkmış bulunmaktadır.
3 ) Sosyal – kültürel görünüm:
a - 1980‘lerden bu yana izlenen politikalar neticesi toplumun dini – manevi – siyasi hayatında tarikatlar ve benzeri dini guruplar önemli rol oynamaya başlamış olup , kamu kesiminde de çok etkili oldukları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu dini kurumların önemli bir bölümünün ticarileştiği gözlemlenmiştir. Özellikle siyasilerin İslam’ı siyasileştirmelerinin yanı sıra ticarileştirmeleri güzellik – doğruluk dini olan İslam’ın uluslararası imajına ciddi zararlar vermiş , laik siyasetin zaruriyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
b - Türkiye tarihinde iç siyasetin karışıklıklar yaşadığı dönemlerinde iğneyi de çuvaldızı da dış mihrak ( kahrol düşman..!! ) söylemi kapsamında ( ABD , AB vs.. ) hep başkalarına batırma uğraşına girmiş olup , bu dış mihrak kapsamında kitlelere düşman hedefleme modeli günümüzde faiz lobisi , kur lobisi , enflasyon lobisi , internet lobisi vb.. kavramlar etrafında çeşitlendirilmiştir..
SONUÇ :
Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana benimsediği laiklik ( secularity ) , modernlik , demokrasi ve yurtta sulh cihanda sulh ilkeleri 2000 yıllık koca Türk tarihinden , dünya tarihinden ve İslam tarihinden ders alınarak konmuş olup , tesadüf değildir. Ayrıca demokrasi – İslam hususunda örnek ve model ülke olarak diğer islam ülkelerinden farkını yaratmış bulunmaktadır. Bir süredir gerek iç gerekse dış politikasında güven ve imaj bozukluğunu , kendi boy ve gücünü abartan kibirliliğini ve özellikle Kopenhag kriterlerini kapsamına alan AB uyum sürecindeki çelişkilerini devam ettirmesi durumunda 21.yüzyıl içerisindeki iddiasını kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye Özal döneminden bu yana sanayi – yatırım – üretim – ihracat (Almanya) modeli kapsamında ekonomik büyümesini sağlamış olmasına rağmen bir türlü sanayisinin ithalat ve dış kaynak bağımlılığına son verememiştir. 22.Mayıs FED kararı sonrası dünyada oluşan yeni trend cari açık modeline dayalı büyüme döneminin artık sonuna gelindiğini işaret etmektedir. Nitekim FED Türkiye’nin 22 Mayıs sonrası çizdiği piyasa performansına göre ekonomisini en kırılgan ekonomiler arasında değerlendirmiştir. Türkiye dış finansman kaynaklarının daralacağı ve maliyetlerin daha da artma trendine gireceği bu yeni dönemde “ayağını yorganına göre uzatan “ tasarrufçu ekonomi politikalar üretmek zorunda kalacaktır.
Her ne kadar Türkiye iç politikada çok tartışmalı ve üstelik dünyadaki hakim demokrasi trendinin tersine bir süreç yaşarken ” trend gereği ” eninde sonunda devlet , adalet , demokrasisinin kurumsallaşmasını sağlayacak önlemler ile bu kurumları kişi ya da çıkar gruplarından bağımsız hale getirmek zorunda kalacaktır. Unutmayalım ki bir ülkede 1.sınıf ekonomiyi ancak ve ancak 1.sınıf demokrasi ile sağlamak mümkündür ve Türkiye’ye yakışan da budur.
AB’ye uyum sürecinde sadece ekonomik açıdan uyum değil , insan eğitim - kalite , demokrasi ve sosyal-kültürel yapıyı içeren “beşeri sermayesini” de artırması gerektiğini ve bu sorunun Avrupa’lılar için Türkiye’nin AB’ye üyeliğinde en önemli sorun ve özellikle korku teşkil ettiğini nihayet kavramamızda yarar vardır.
Bekir KAVRUK
Mekan ve zaman olarak toplam 4 boyuttan oluşan evrenimizde dünyamız adeta canlı bir embriyon özellikleri taşımaktadır. Son 150 yıl içerisinde dünyamız insanoğlunun özellikle Anglo-Sakson’lar öncülüğünde gerçekleştirdiği ve günümüzde de hala devam eden para eksenli sanayileşme ve ahlak anlayışının doğal bir sonucu olarak ciddi bir çevre tahribatına maruz kalmıştır.
İklim değişikliği sonrası Antartika’da buzulların erimesi durumunda kuzeyde stratejik bir deniz koridorunun oluşacağı beklentisi ile dünyanın süper zeki ( ! ) süper güçleri arasında ( ABD , AB , Rusya , Çin .. ) güç mücadelesi şimdiden başlarken ne ironiktir ki yaklaşan çevre felaketi yine geri plana itilmiş bulunmaktadır.
Milton Friedman ve F.Hayek’in öncülüklerinde geliştirilip 80’li yıllardan itibaren dünyada hayata geçirilen üretimin değil paradan para kazanma odaklı Neo-Liberal / Borç-Tüketim ekonomisinin vardığı son nokta olan 2008 Mega Krizinin ateşi şu ana kadar karşılıksız basılıp piyasaya sürülen 10 trilyon dolar civarı paraya rağmen söndürülememiş olup , bir yandan iflas ertelenip vakit kazanılmaya çalışılırken hala kalıcı köklü çözümler üretilememiş bulunmaktadır.
Yaşanan Mega Krizin en büyük tahribatı zenginlerin daha zenginleşmesi olup , milyonların açlık , dikta , savaş , terör ve susuzlukla kıvrandığı dünyamızda finans kaynaklarının neredeyse %50’si dünya nüfusunun %1’inin eline geçerek finans kapitalizminden “tekelci finans kapitalizmine” geçiş süreci tamamlanmak üzeredir.
Modern psikolojinin babası sayılan Sigmund Freud’un “topografik zihin modeli” ne göre durumdan sonuç çıkaracak olursak insanoğlunun temel zihniyetinin Ortaçağ’dan bu yana önemli bir değişikliğe uğramayıp günümüzde “ Ortaçağ’ın modern versiyonunu “ yaşadığımızı söylemek mümkün görünmektedir.
Dünya ABD (Fed) , AB ve Çin’deki son gelişmeler yanında Suriye , Venezuela , Arjantin ve Tayland ve özellikle Ukrayna’da yaşanan krizlerle kritik bir aşamaya gelirken Türkiye’nin de dış faktörler yanında yerel seçimler öncesi maalesef çok sertleşen iç politik gelişmeler sonucunda 2014 yılı içerisinde zorlu virajlardan geçmesi söz konusudur.
Dış dünya gözüyle Türkiye’nin “düz aynada” aktüel görünüm ve algısını şöyle özetlemek mümkündür:
1 ) Siyasi Görünüm :
a – Taksim / Gezi olaylarında ortaya çıkan tablo neticesi batılılar gözüyle o zamana kadar örnek ülke kabul edilen Türkiye’de İslam – Demokrasi formülü ağır hasara uğramıştır.
b - 17 Aralık operasyonu sonrası gerek iç gerekse dış basında şu konular üzerinde tartışmalar yoğunlaşmıştır : Yolsuzluk , rüşvet , basın-düşünce özgürlüğü , kuvvetler ayrılığı (yasa , yürütme , yargı ) ihlali ve tek elde toplama tartışmaları , tek adam yönetimi ( Otokrasi ) , tek parti devleti , hukukun üstünlüğü , insan hakları , özel yaşama müdahale , adalet ve demokrasi sisteminin sağlıklı işleyişine ilişkin kaygılar , kaset olayları , internet yasası …
c - Türkiye bir süredir izlediği dış politika ile uluslararası arenada ilk defa laik değil sünni din pozisyonlu bir devlet olarak algılanmaya başlanmıştır. Komşularıyla ( Suriye , Mısır ..) yaşadığı sorunlar ve özelikle İsrail karşıtlığının tabanda antisemitizme kayma eğiliminden dolayı ABD ve AB ile ihtilaflar yaşanmaya başlamıştır.
d - Türkiye AB’nin ekonomik kriterleri olan Maastricht kriterlerine yaklaşmış olmakla birlikte insan hakları – demokrasi – hukuk kriterlerini içeren Kopenhag kriterlerinden hızla uzaklaşarak AB’den ziyade otoriter Şangay Beşlisi’ne yaklaşır görünümüyle eleştiri oklarını üzerine toplamıştır.
2 ) Ekonomik görünüm
a - Türkiye G-20 üyesi olup , dünyanın 17.büyük ekonomisi olma başarısını göstermiştir. Bütçe açığı ve kamu borçlarının GSYH ‘ya oranları nispeten düşük olup , bankacılık sistemi 2001 krizi sonrası sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. 2003’ten bu yana cari açığa dayalı büyüme stratejisi izlemiştir. Ancak yurt içi ve yurt dışındaki son gelişmeler sonrası iddialı ekonomik büyüme noktasını yakalamadaki cari açık ihtiyacının %5’lere ( 40 milyar USD) kadar çıktığı tahmin edilmektedir.
b - Ekonomisi hem mal hem de finansman bazında dış kaynak bağımlısı olup , cari açık (döviz ) finansmanını yabancı portföy ( sıcak para ) ve doğrudan yabancı sermaye girişiyle karşılamaktadır. Son 10 yıllık süre zarfında dünyadaki likit para bolluğundan ve gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının düşüklüğünden ötürü cari açık finansmanında zorluk çekmemiştir. Ancak bilindiği üzere 22 Mayıs'tan itibaren alınan FED kararları neticesi bu trendin sona erme süreci başlamış bulunmaktadır.
c - Sanayisinin üretimi için gerekli olan ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü ( %60 civarı ) ham ya da yarı mamul olarak ithal etmek zorunda olup , kısacası sanayisi ve enerji ihtiyacı da dış kaynak (döviz) bağımlısıdır. Yüksek katma değerli çoğu montaja dayalı elektronik ve otomotiv sanayisi içinde durum farklı değildir.
d - Sanayisinin GSYH içerisindeki payı gittikçe küçülürken ( %15,6 ) finans sektörü büyümeye devam ederek ekonominin mutlak hakimi durumuna gelmiştir. Sanayicilerinin bir kısmı müteahhitlik sektörüne kayması sağlanarak topraktan ruhsatlı arsa – inşaat – rant ve bundan sermaye yaratma formülü üzerinden GSYH’ya böylece ekonomik büyümeye iç pazardan katkı sağlama politikası izlenmiştir.
e - 2002 sonrası kamu yerine özel kesimin borçlanması esas alınmış olup , başta özel sektör olmak üzere kısa – uzun vadeli toplam ülke dış borcu 400 milyar dolara yaklaşmış bulunmaktadır. Ekonomik görünüm son gelişmeler sonrası Standard&Poor’s’a göre negatife dönmüş , CDS global piyasa primleri ise ilk defa Portekiz’in rakamlarına (240 ) çıkmış bulunmaktadır..
f - TCMB ‘nın global sermaye akışına ilişkin elindeki gerçek tek silahı faiz silahı olup , bu silahı FED’in 22 Mayıs kararından bu yana uzun süre bir türlü kullanamamasının nedeni siyasi etkiler altında kalmasına bağlanmış ve böylece özerk – bağımsız yapısı tartışma konusu olmuştur.
g - Özelleştirme yolu ile bir seferlik satışlardan sağlanan gelirler köprü ve otoyolların satış alternatifi dışında pek kalmadığı için bütçe açığının artma riski ortaya çıkmış bulunmaktadır.
3 ) Sosyal – kültürel görünüm:
a - 1980‘lerden bu yana izlenen politikalar neticesi toplumun dini – manevi – siyasi hayatında tarikatlar ve benzeri dini guruplar önemli rol oynamaya başlamış olup , kamu kesiminde de çok etkili oldukları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu dini kurumların önemli bir bölümünün ticarileştiği gözlemlenmiştir. Özellikle siyasilerin İslam’ı siyasileştirmelerinin yanı sıra ticarileştirmeleri güzellik – doğruluk dini olan İslam’ın uluslararası imajına ciddi zararlar vermiş , laik siyasetin zaruriyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
b - Türkiye tarihinde iç siyasetin karışıklıklar yaşadığı dönemlerinde iğneyi de çuvaldızı da dış mihrak ( kahrol düşman..!! ) söylemi kapsamında ( ABD , AB vs.. ) hep başkalarına batırma uğraşına girmiş olup , bu dış mihrak kapsamında kitlelere düşman hedefleme modeli günümüzde faiz lobisi , kur lobisi , enflasyon lobisi , internet lobisi vb.. kavramlar etrafında çeşitlendirilmiştir..
SONUÇ :
Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana benimsediği laiklik ( secularity ) , modernlik , demokrasi ve yurtta sulh cihanda sulh ilkeleri 2000 yıllık koca Türk tarihinden , dünya tarihinden ve İslam tarihinden ders alınarak konmuş olup , tesadüf değildir. Ayrıca demokrasi – İslam hususunda örnek ve model ülke olarak diğer islam ülkelerinden farkını yaratmış bulunmaktadır. Bir süredir gerek iç gerekse dış politikasında güven ve imaj bozukluğunu , kendi boy ve gücünü abartan kibirliliğini ve özellikle Kopenhag kriterlerini kapsamına alan AB uyum sürecindeki çelişkilerini devam ettirmesi durumunda 21.yüzyıl içerisindeki iddiasını kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye Özal döneminden bu yana sanayi – yatırım – üretim – ihracat (Almanya) modeli kapsamında ekonomik büyümesini sağlamış olmasına rağmen bir türlü sanayisinin ithalat ve dış kaynak bağımlılığına son verememiştir. 22.Mayıs FED kararı sonrası dünyada oluşan yeni trend cari açık modeline dayalı büyüme döneminin artık sonuna gelindiğini işaret etmektedir. Nitekim FED Türkiye’nin 22 Mayıs sonrası çizdiği piyasa performansına göre ekonomisini en kırılgan ekonomiler arasında değerlendirmiştir. Türkiye dış finansman kaynaklarının daralacağı ve maliyetlerin daha da artma trendine gireceği bu yeni dönemde “ayağını yorganına göre uzatan “ tasarrufçu ekonomi politikalar üretmek zorunda kalacaktır.
Her ne kadar Türkiye iç politikada çok tartışmalı ve üstelik dünyadaki hakim demokrasi trendinin tersine bir süreç yaşarken ” trend gereği ” eninde sonunda devlet , adalet , demokrasisinin kurumsallaşmasını sağlayacak önlemler ile bu kurumları kişi ya da çıkar gruplarından bağımsız hale getirmek zorunda kalacaktır. Unutmayalım ki bir ülkede 1.sınıf ekonomiyi ancak ve ancak 1.sınıf demokrasi ile sağlamak mümkündür ve Türkiye’ye yakışan da budur.
AB’ye uyum sürecinde sadece ekonomik açıdan uyum değil , insan eğitim - kalite , demokrasi ve sosyal-kültürel yapıyı içeren “beşeri sermayesini” de artırması gerektiğini ve bu sorunun Avrupa’lılar için Türkiye’nin AB’ye üyeliğinde en önemli sorun ve özellikle korku teşkil ettiğini nihayet kavramamızda yarar vardır.