Haber Detayı

Sanayici kalkınma bankacılığı istiyor


İSTANBUL - İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, “Türkiye’nin sanayileşmede, artık yeni bir hikaye yazması gerektiğini” belirterek, bu yeni dönemde sanayiye gerçek anlamda fon sağlayacak bir yatırım- kalkınma bankasının kurulması ve coğrafya bazlı teşviklerden “ileri teknolojili ürün bazlı" teşviklere geçmesi gerektiğini söyledi.

DÜNYA’ya konuşan Bahçıvan, “Öyle 100’lerce reçeteye gerek yok. 3-5 temel noktada buluştuğunuz zaman, Türk müteşebbisinin üretime yönelik enerjisini ortaya çıkarabilir, başarılı bir yeni sanayi hikayesi yazmasının yolunu açabiliriz” dedi.  İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, Türkiye’ye gereken “yeni sanayi hikayesinin” önemli unsurlarından birinin de sanayiye kaynak sağlayacak bir “kalkınma bankası” olduğunu söyledi. Bahçıvan’a göre, mevcut teşvik sistemi de yanlış. “Türkiye’nin bir coğrafi teşvik kompleksine kapılmış olduğunu” ifade eden Bahçıvan, “Bizim artık, katma değer yaratabilecek olan teşvik sistemine döndürmemiz gerekiyor” diyor. Bahçıvan’la Türk sanayisinin desteklenmesine ve sanayide yaşanan kan kaybının önlenmesine yönelik politikaları konuştuk…

Özellikle son 10 yılda finans sektöründe yaşanan olumlu değişim sanayi ile ilişkilere bire bir yansıdı mı? Finans sektörü sanayiye uygun koşullarla yeterli kaynak sağlayabiliyor mu?

Dünyada, tamamıyla özel sektör bankacılığına bırakarak yazılmış bir sanayi başarısı hikayesi örneği yok. İşin içinde mutlaka kamunun sanayi odaklı bir bakış açısı var. Biz bankacılık sistemini çözdük, bu sistemle sanayi için her şey yeterlidir diye bir hayale kapılmamamız lazım. Gelişmiş sanayilerde bugün dahi hala farklı bir finansman anlayışı var. Bunu tekrar söyleyeyim, sanayinin gelişmesinin altında devlet desteği yatıyor. Avrupa Birliği’nin en sanayileşmiş ülkesi olan Almanya’da da bu böyle, Fransa’da da. Japonya’da, Güney Kore’de ve Amerika’da da bu böyle. Neyi kastediyorum; kalkınma bankacılığını… Sanayinin yatırım vizyonu oluşturabilmesinde kalkınma bankacılığı ve onun da temelinde devlet gücü var. Hazine’nin gücü var. Bir kalkınma bankacılığı modeli olmadan, sadece özel sektör bankalarıyla bu işi götürebilmesi bir yere kadar mümkün. Diğer yandan Türkiye düşük tasarruf düzeyi ile yatırımlarını finanse edemiyor ve ayrıca bankacılık sektörünün kaynak yapısı oldukça kısa vadeli. Dolayısıyla da böyle bir yapıda, kaynakların sanayinin 10-15 yıllık ihtiyaçlarına yanıt vermesini beklememiz hayal. Yani her ne kadar ara sıra bankacılara çatsak da, eleştirsek de böyle bir gerçek var. Onun için Türkiye, mutlaka sanayiyi destekleyen kalkınma bankacılığı modelini oluşturmak zorunda.

Öncelikle devletin bu atmosferi oluşturacak yapıyı inşa etmesi gerektiğini söylüyorsunuz…

Mutlak suretle... Yani o kalkınma bankasının o işin içinde olup da o rüzgarı estirecek, o güvenceyi verecek, o heyecanı diğer bankalara verecek iklimi oluşturması lazım ki diğerleri de onunla beraber gelebilsin. Şu anda sanayiye bir takım sözüm ona destekler var, ama bunlar hakikaten dünyanın baktığı bakış açısıyla çok yetersiz. Biz bir çalışma yürütüyoruz; henüz sonuçlanmadı. Orada görüyoruz ki, dünyadaki gelişmiş ülkelerle o ülkelerin kalkınma bankalarının büyüklükleri arasında bire bir net bir korelasyon var. En belirgini sermaye ilişkisi… Örneğin, Almanya Kalkınma Bankası’nın sermayesi Almanya’nın GSYH’sının binde 7.8’i... Bu oran, Japonya’da binde 5.3, G. Kore’de yüzde 1.96. Türkiye’nin kalkınma bankasının, -ki böyle bir bankamız var hâlâ-, varla yok arasında, on binde 1 düzeyinde. Almanya bizden 78 kat daha fazla. Bir diğer gösterge de aktif büyüklüğü… Kalkınma bankalarının aktifl erinin GSYH’ya oranında dünya ortalaması yüzde 7 civarında. Yüzde 10’lar, 15’ler ve 19’lar da var. Bizde de eğer dünya ortalaması bu rakam seviyesi söz konusu olsaydı, Türkiye Kalkınma Bankası’nın sanayiye sağladığı kaynağın büyüklüğü 77 milyar lira düzeyinde olacaktı. Türkiye sanayiine böyle bir kaynağın verilmiş olduğunu bir düşünün…

Şu andaki rakamlar ne düzeyde?

Şu anda Türkiye Kalkınma Bankası’nın kredi hacmi 2.5 milyar TL. Bu da sanayiye gitmiyor. Enerji ve turizm sektörüne gidiyor. Dünyada oyun böyle yazılıyor. Siz o kalkınma bankasına o gücü verirseniz, o ülkenin sanayisi de büyümesiyle bir şekilde karşılığını veriyor.

Peki, Türkiye’de kalkınma bankacılığı neden böylesi bir işlev görmüyor?

Maalesef son yıllarda diğer sektörler sanayinin önüne geçmiş durumda. Yani, sanayi şu an yeteri ölçüde önemsenmiyor. Kalıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin yolu da bir tek buradan geçiyor.

Ekonomide sanayinin payı özellikle son 10 yılda gözle görülür bir şekilde geriledi. Bir yanda orta gelir tuzağı diyoruz, bir yanda ileri teknolojili üretim desenine geçme ihtiyacından bahsediyoruz, bir yanda da 2023 hedefl eri vs. var. Bütün bunların içinde Türkiye’nin mevcut sanayileşme politikası tıkandı mı? Artık yeni bir arayış mı gerekiyor?

Kesinlikle sanayide yeni bir hikâye yazmamız lazım. Yeni bir sanayi hikayesi yazmak için öyle 100’lerce reçeteye filan gerek yok. 3-5 temel noktada yaklaşımı ortaya koymanız yeterli. Her türlü zorluğa rağmen insanlarımız hâlâ daha sanayicilik yapma noktasında direniyorlarsa, bu hevesi, bu müteşebbis ruhu bizim üç dört farklı reçeteyle güçlendirdiğimiz takdirde, tekrar Türkiye’nin başarılı bir sanayi hikayesi yazabileceğine inanıyorum.

Peki, üç temel faktör saymamız gerekirse..

Bir, finansman… İkincisi sanayini üzerindeki bürokratik engellerin mutlak suretle rahatlatılması. Üçüncüsü de teşviklerin yeni baştan gözden geçirilmesi.

Yatırımlar son yıllarda özelikle enerji ve konutta yoğunlaştı. Son 10 yılda dışarıdan bulduğumuz ucuz kaynağı neden imalat sanayi yatırımlarına yönlendiremedik?

Düne kadar şu veya bu nedenle belki kabul edilebilir gerçekleri vardı. Konut ihtiyacı, bazı kamu yatırımları, enerji açığı vs… Yüzde 100 inanamasak da en azından kendimizi avutabileceğimiz gerekçelerimiz olabilir. Ama eğer dünyada bu bol para iki üç sene daha sürecek ise bizim bunu artık Türkiye’nin uzun vadeli, yeni bir sanayi hikayesi yazması amaç ve vizyonuyla mutlaka değerlendirmemiz lazım. Çekirgenin sıçrama sayısını çok da zorlamamamız lazım.

Bu yıl için genel öngörü olarak iç talep baskılanıyor ve büyüme esas itibarıyla dış dengeden, ihracattan gelecek diyoruz. Öngörünüz nedir?

Herhalde büyüme tahmininin en zor yapılacağı senelerden birisindeyiz. Bu sene herhalde herkes bolca kalemini silgisini alıp yazdığını silecek, yenisini yazacak. Ben 2 ile 4 arasında bir büyümenin olabileceğini tahmin ediyorum. Ama tabii büyümenin rakamı değil, kalitesi, nereden geldiği daha önemli...

Özel sektörün döviz açık pozisyon riskini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yıl için bir tehdit oluşturabilir mi?

Türkiye için döviz getirisini sağlama almadıkça, ihracatınızı sağlama almadıkça bu kadar yüksek bir döviz finansmanı ülke için her zaman bir risktir. Hepimizin finansal istikrarı koruma noktasında bunun hassasiyetini çok çok iyi bilerek hareket etmesi gerekiyor. Yani hukuk riskimizi de, yönetim riskimizi iyi yönetebilmeliyiz. Türkiye’nin refahının önemli bir kısmını yabancı bir borçlanmayla yaptığını bilerek hareket etme dikkatini ve titizliğini göstermemiz gerekiyor.

Nasıl bir teşvik politikası?

• Bölgesel teşviklerin yerine nasıl bir teşvik politikası oluşturulmalı?

Sektörüne göre, lokasyonuna göre, o sanayinin ihtiyacına göre farklı ve esnek teşvik mekanizmaları oluşturulmalı. Yani bugün siz eğer İstanbul’da öyle bir katma değerli iş yapma noktasında bir proje oluşturuyorsanız, size İstanbul’un en mantıklı yerinde dahi bir arsa teşviki verilebilmeli. Veya personel noktasında bir yoğunluk içindesiniz diyelim, sizi istihdam noktasında teşvik edecek bir mekanizma oluşturulmalı. Kalıpsal teşvikler yerine o sektörün ekonomimize katacağı değere göre oluşturacak esnek teşviklerle bu heyecanın oluşturulması gerekir. Yan üç temel nokta zaten bu işin önünü açacaktır. Coğrafyaya göre teşvikin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir coğrafi teşvik kompleksine kapılmış vaziyette Türkiye. Coğrafi teşviki katma değer yaratabilecek teşvike döndürmemiz gerekiyor. Sadece bir haritaya bakıp da ihtiyacı olan ille ihtiyacı olmayan il arasında bir ayrım gözeterek yaptığınız zaman, siz Türkiye’nin yarınlarını da bir şekilde maalesef cezalandırıyorsunuz.

• Türkiye'nin bir ileri teknoloji deseni belirleyip örneğin 100- 150 ürün üzerinden bir teşvik mekanizması mı kastettiğiniz?

Kesinlikle. Yani şu anda zaten bir kere cari açığı doğuran temel işler belli. Sayın Babacan demiş ki, ihracat bizim olmazsa olmazımız. Niçin ihracat önemli? Cari açığı önleyecek diye. İthalat ihtiyacı olan sektörler, yüksek katma değerli sektörler belli. Türkiye’nin bu tür sanayi kollarını tespit edip, yatırımcının en doğru bölgede bu alanlara yönelik üretim faaliyetine destek olması lazım. Ama illa ki bu işi ben Malatya’da yapmak istiyorum diyorsa, bu adamı kalkıp da Şırnak’a götürme noktasında anlamsız bir kapris, anlamsız bir baskı kurmamıza hiç gerek yok. Yani bugün İstanbul’da öyle sanayicilerimiz var ki, arsanın metrekaresine 1000 dolar para ödüyor ve orada tesis kuruyor, yatırım yapıyor. Peki, bu adam bedava olan yere neden gitmiyor? Bu soruları doğru yanıtlamak gerek…

İSTANBUL - İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan, “Türkiye’nin sanayileşmede, artık yeni bir hikaye yazması gerektiğini” belirterek, bu yeni dönemde sanayiye gerçek anlamda fon sağlayacak bir yatırım- kalkınma bankasının kurulması ve coğrafya bazlı teşviklerden “ileri teknolojili ürün bazlı" teşviklere geçmesi gerektiğini söyledi.

DÜNYA’ya konuşan Bahçıvan, “Öyle 100’lerce reçeteye gerek yok. 3-5 temel noktada buluştuğunuz zaman, Türk müteşebbisinin üretime yönelik enerjisini ortaya çıkarabilir, başarılı bir yeni sanayi hikayesi yazmasının yolunu açabiliriz” dedi.  İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, Türkiye’ye gereken “yeni sanayi hikayesinin” önemli unsurlarından birinin de sanayiye kaynak sağlayacak bir “kalkınma bankası” olduğunu söyledi. Bahçıvan’a göre, mevcut teşvik sistemi de yanlış. “Türkiye’nin bir coğrafi teşvik kompleksine kapılmış olduğunu” ifade eden Bahçıvan, “Bizim artık, katma değer yaratabilecek olan teşvik sistemine döndürmemiz gerekiyor” diyor. Bahçıvan’la Türk sanayisinin desteklenmesine ve sanayide yaşanan kan kaybının önlenmesine yönelik politikaları konuştuk…

Özellikle son 10 yılda finans sektöründe yaşanan olumlu değişim sanayi ile ilişkilere bire bir yansıdı mı? Finans sektörü sanayiye uygun koşullarla yeterli kaynak sağlayabiliyor mu?

Dünyada, tamamıyla özel sektör bankacılığına bırakarak yazılmış bir sanayi başarısı hikayesi örneği yok. İşin içinde mutlaka kamunun sanayi odaklı bir bakış açısı var. Biz bankacılık sistemini çözdük, bu sistemle sanayi için her şey yeterlidir diye bir hayale kapılmamamız lazım. Gelişmiş sanayilerde bugün dahi hala farklı bir finansman anlayışı var. Bunu tekrar söyleyeyim, sanayinin gelişmesinin altında devlet desteği yatıyor. Avrupa Birliği’nin en sanayileşmiş ülkesi olan Almanya’da da bu böyle, Fransa’da da. Japonya’da, Güney Kore’de ve Amerika’da da bu böyle. Neyi kastediyorum; kalkınma bankacılığını… Sanayinin yatırım vizyonu oluşturabilmesinde kalkınma bankacılığı ve onun da temelinde devlet gücü var. Hazine’nin gücü var. Bir kalkınma bankacılığı modeli olmadan, sadece özel sektör bankalarıyla bu işi götürebilmesi bir yere kadar mümkün. Diğer yandan Türkiye düşük tasarruf düzeyi ile yatırımlarını finanse edemiyor ve ayrıca bankacılık sektörünün kaynak yapısı oldukça kısa vadeli. Dolayısıyla da böyle bir yapıda, kaynakların sanayinin 10-15 yıllık ihtiyaçlarına yanıt vermesini beklememiz hayal. Yani her ne kadar ara sıra bankacılara çatsak da, eleştirsek de böyle bir gerçek var. Onun için Türkiye, mutlaka sanayiyi destekleyen kalkınma bankacılığı modelini oluşturmak zorunda.

Öncelikle devletin bu atmosferi oluşturacak yapıyı inşa etmesi gerektiğini söylüyorsunuz…

Mutlak suretle... Yani o kalkınma bankasının o işin içinde olup da o rüzgarı estirecek, o güvenceyi verecek, o heyecanı diğer bankalara verecek iklimi oluşturması lazım ki diğerleri de onunla beraber gelebilsin. Şu anda sanayiye bir takım sözüm ona destekler var, ama bunlar hakikaten dünyanın baktığı bakış açısıyla çok yetersiz. Biz bir çalışma yürütüyoruz; henüz sonuçlanmadı. Orada görüyoruz ki, dünyadaki gelişmiş ülkelerle o ülkelerin kalkınma bankalarının büyüklükleri arasında bire bir net bir korelasyon var. En belirgini sermaye ilişkisi… Örneğin, Almanya Kalkınma Bankası’nın sermayesi Almanya’nın GSYH’sının binde 7.8’i... Bu oran, Japonya’da binde 5.3, G. Kore’de yüzde 1.96. Türkiye’nin kalkınma bankasının, -ki böyle bir bankamız var hâlâ-, varla yok arasında, on binde 1 düzeyinde. Almanya bizden 78 kat daha fazla. Bir diğer gösterge de aktif büyüklüğü… Kalkınma bankalarının aktifl erinin GSYH’ya oranında dünya ortalaması yüzde 7 civarında. Yüzde 10’lar, 15’ler ve 19’lar da var. Bizde de eğer dünya ortalaması bu rakam seviyesi söz konusu olsaydı, Türkiye Kalkınma Bankası’nın sanayiye sağladığı kaynağın büyüklüğü 77 milyar lira düzeyinde olacaktı. Türkiye sanayiine böyle bir kaynağın verilmiş olduğunu bir düşünün…

Şu andaki rakamlar ne düzeyde?

Şu anda Türkiye Kalkınma Bankası’nın kredi hacmi 2.5 milyar TL. Bu da sanayiye gitmiyor. Enerji ve turizm sektörüne gidiyor. Dünyada oyun böyle yazılıyor. Siz o kalkınma bankasına o gücü verirseniz, o ülkenin sanayisi de büyümesiyle bir şekilde karşılığını veriyor.

Peki, Türkiye’de kalkınma bankacılığı neden böylesi bir işlev görmüyor?

Maalesef son yıllarda diğer sektörler sanayinin önüne geçmiş durumda. Yani, sanayi şu an yeteri ölçüde önemsenmiyor. Kalıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin yolu da bir tek buradan geçiyor.

Ekonomide sanayinin payı özellikle son 10 yılda gözle görülür bir şekilde geriledi. Bir yanda orta gelir tuzağı diyoruz, bir yanda ileri teknolojili üretim desenine geçme ihtiyacından bahsediyoruz, bir yanda da 2023 hedefl eri vs. var. Bütün bunların içinde Türkiye’nin mevcut sanayileşme politikası tıkandı mı? Artık yeni bir arayış mı gerekiyor?

Kesinlikle sanayide yeni bir hikâye yazmamız lazım. Yeni bir sanayi hikayesi yazmak için öyle 100’lerce reçeteye filan gerek yok. 3-5 temel noktada yaklaşımı ortaya koymanız yeterli. Her türlü zorluğa rağmen insanlarımız hâlâ daha sanayicilik yapma noktasında direniyorlarsa, bu hevesi, bu müteşebbis ruhu bizim üç dört farklı reçeteyle güçlendirdiğimiz takdirde, tekrar Türkiye’nin başarılı bir sanayi hikayesi yazabileceğine inanıyorum.

Peki, üç temel faktör saymamız gerekirse..

Bir, finansman… İkincisi sanayini üzerindeki bürokratik engellerin mutlak suretle rahatlatılması. Üçüncüsü de teşviklerin yeni baştan gözden geçirilmesi.

Yatırımlar son yıllarda özelikle enerji ve konutta yoğunlaştı. Son 10 yılda dışarıdan bulduğumuz ucuz kaynağı neden imalat sanayi yatırımlarına yönlendiremedik?

Düne kadar şu veya bu nedenle belki kabul edilebilir gerçekleri vardı. Konut ihtiyacı, bazı kamu yatırımları, enerji açığı vs… Yüzde 100 inanamasak da en azından kendimizi avutabileceğimiz gerekçelerimiz olabilir. Ama eğer dünyada bu bol para iki üç sene daha sürecek ise bizim bunu artık Türkiye’nin uzun vadeli, yeni bir sanayi hikayesi yazması amaç ve vizyonuyla mutlaka değerlendirmemiz lazım. Çekirgenin sıçrama sayısını çok da zorlamamamız lazım.

Bu yıl için genel öngörü olarak iç talep baskılanıyor ve büyüme esas itibarıyla dış dengeden, ihracattan gelecek diyoruz. Öngörünüz nedir?

Herhalde büyüme tahmininin en zor yapılacağı senelerden birisindeyiz. Bu sene herhalde herkes bolca kalemini silgisini alıp yazdığını silecek, yenisini yazacak. Ben 2 ile 4 arasında bir büyümenin olabileceğini tahmin ediyorum. Ama tabii büyümenin rakamı değil, kalitesi, nereden geldiği daha önemli...

Özel sektörün döviz açık pozisyon riskini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yıl için bir tehdit oluşturabilir mi?

Türkiye için döviz getirisini sağlama almadıkça, ihracatınızı sağlama almadıkça bu kadar yüksek bir döviz finansmanı ülke için her zaman bir risktir. Hepimizin finansal istikrarı koruma noktasında bunun hassasiyetini çok çok iyi bilerek hareket etmesi gerekiyor. Yani hukuk riskimizi de, yönetim riskimizi iyi yönetebilmeliyiz. Türkiye’nin refahının önemli bir kısmını yabancı bir borçlanmayla yaptığını bilerek hareket etme dikkatini ve titizliğini göstermemiz gerekiyor.

Nasıl bir teşvik politikası?

• Bölgesel teşviklerin yerine nasıl bir teşvik politikası oluşturulmalı?

Sektörüne göre, lokasyonuna göre, o sanayinin ihtiyacına göre farklı ve esnek teşvik mekanizmaları oluşturulmalı. Yani bugün siz eğer İstanbul’da öyle bir katma değerli iş yapma noktasında bir proje oluşturuyorsanız, size İstanbul’un en mantıklı yerinde dahi bir arsa teşviki verilebilmeli. Veya personel noktasında bir yoğunluk içindesiniz diyelim, sizi istihdam noktasında teşvik edecek bir mekanizma oluşturulmalı. Kalıpsal teşvikler yerine o sektörün ekonomimize katacağı değere göre oluşturacak esnek teşviklerle bu heyecanın oluşturulması gerekir. Yan üç temel nokta zaten bu işin önünü açacaktır. Coğrafyaya göre teşvikin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir coğrafi teşvik kompleksine kapılmış vaziyette Türkiye. Coğrafi teşviki katma değer yaratabilecek teşvike döndürmemiz gerekiyor. Sadece bir haritaya bakıp da ihtiyacı olan ille ihtiyacı olmayan il arasında bir ayrım gözeterek yaptığınız zaman, siz Türkiye’nin yarınlarını da bir şekilde maalesef cezalandırıyorsunuz.

• Türkiye'nin bir ileri teknoloji deseni belirleyip örneğin 100- 150 ürün üzerinden bir teşvik mekanizması mı kastettiğiniz?

Kesinlikle. Yani şu anda zaten bir kere cari açığı doğuran temel işler belli. Sayın Babacan demiş ki, ihracat bizim olmazsa olmazımız. Niçin ihracat önemli? Cari açığı önleyecek diye. İthalat ihtiyacı olan sektörler, yüksek katma değerli sektörler belli. Türkiye’nin bu tür sanayi kollarını tespit edip, yatırımcının en doğru bölgede bu alanlara yönelik üretim faaliyetine destek olması lazım. Ama illa ki bu işi ben Malatya’da yapmak istiyorum diyorsa, bu adamı kalkıp da Şırnak’a götürme noktasında anlamsız bir kapris, anlamsız bir baskı kurmamıza hiç gerek yok. Yani bugün İstanbul’da öyle sanayicilerimiz var ki, arsanın metrekaresine 1000 dolar para ödüyor ve orada tesis kuruyor, yatırım yapıyor. Peki, bu adam bedava olan yere neden gitmiyor? Bu soruları doğru yanıtlamak gerek…