Haber Detayı

Türkiye için yeni hikaye 'euroya geçiş' olabilir


Türkiye'ye yeni bir hikaye lazım olduğunu çok kimse söylüyor. Yabancılar da zaman zaman dile getiriyorlar. Ama bu hikaye ne olabilir? 'Duayenlerle Söyleşiler' köşesinde görüşlerine yer verdiğimiz ekonomi yazarı Ege Cansen, "Türkiye euroya geçmeli. Türkiye'nin yeni hikayesi bu olabilir, olmalıdır" diyor. Türkiye AB'ye üyelik müzakereleri yürütüyor. Gümrük Birliği ile bir anlamda AB iç pazarının içinde zaten. Euroya geçebilir mi? Bu teknik olarak mümkün mü?.. AB ne der? Daha birçok soru cevaplanması gerekiyor.

Bir süredir, özellikle dış çevrelerden “Türkiye’nin hikâyesi bitti, yeni bir hikaye lazım” gibi sözler, değerlendirmeler oluyor. Sizce yeni hikâye ne olabilir?

Türkiye için yeni hikâye, ulusal para birimini terk edip, bölgesel para birimi olan euroya geçme olabilir. Birçok iktisatçının euronun ortadan kalkacağını iddia ettiği bir zamanda bu öneri ne kadar doğru? Ayrıca gerçekçi mi? Bence evet, hem doğru hem de gerçekçi bir öneridir. Türkiye için “yeni hikâye” bu olmalıdır. Çünkü “yapısal değişim” denen şey ancak böyle bir proje ile gerçekleşebilir. Hazırlıklara hemen başlayalım. Bu geçiş önce TL’yi Euro’ya sabitleme şekilde olur. Bu da AB ile benzeşmemize fayda sağlar.

Sözcü’deki makalemde de yazdım. “TL ile AB’de sefer olmaz.”

Bir kere eurodan kimse çıkmak istemiyor. Yunanistan da istemiyor. Portekiz gibi AB’nin diğer zayıf ülkeleri de istemiyor. Onlar da İnşallah böyle bir girdaba kapılmayız diye dua ediyorlar. AB’nin “dayı” ülkeleri istemiyor. Yunanistan’ın kaprislerine dayanamayanlar var ama onlar “biz kemer sıktık, Yunanistan da sıksın” diyenlerdir. Yunanistan’a “Euroda kal, ama mali disipline de uy” deniyor.

Türkiye’nin tam olarak euroya geçmesi stratejik bir hedeftir. Euronun yaratılış gerekçesi şudur: İç ve dış ticaretin artması ile milletlerin zenginleşmesi arasında doğrusal ilişki vardır. Ülke içinde ticaret “tek para birimi” ile yapılıyor. Dış ticaret iki para birimi kullanmayı gerektiriyor. İki para dış ticaret hacminin genişlemesini engelliyor. Çünkü ülkeler arasında kur ve faiz farkı riskleri oluşuyor. Bölgesel para fikri de buradan çıktı. Nobel’li iktisatçı Mundell’in “Optimum Currency Area” dediği kavramın gelişmesi böyle oldu. Böylece bölgeye katılan ülkelerin arasındaki dış ticaret iç ticarete dönüştü. Ticari sözleşmelerde satış fiyatı ile maliyet ve finansman aynı parayla yapılırsa “kur riski” ve “faiz farkı” sıfır olur. Bu da üretimi, ticareti ve finansmanı “spekülatif kumar” olmaktan çıkarır. Girişimciler “esas faaliyet kârına” odaklanır, verimlilik artar.

Faiz eleştirilerken stokun değerlenmesi gözardı ediliyor

Geçenlerde İSO 500 açıklandı. Bizim gazetedeki başlığımız “Faiz gideri devlerin kar ortağı oldu” şeklindeydi. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince aradı... “Bizim sanayicimizin derdi bir tek faiz midir? Verimlilik, rekabet gücü bunun neresindedir? Bunların da konuşulması lazım” dedi.

Faiz gideri kâra ortak denilmiş ama enfl asyon düzeltmesi yapıldı mı? Tasarruf sahibinin parasını kullanıyorsun. Bankacı % 9–10’la alacak, sanayiciye sıfırla veremez. O zaman mevduat faizleri sıfır olsun desin. Bunun mantığı var mı? “Kar faiz giderine gitti” deniliyor. Bankaya ödediğine bakıyorsun. Banka aracı. Özkaynakları üzerinden bakarsak orada da kar yok. Ölçmeden önce ölçme alatenin kalibre edilmesi gerekir. Bunun en önemli aracı da enflasyonu görmek ve reele getirmek.

Arkadaş para aldı ve stok aldı. Özkaynak ve borç bilançonun pasifindedir. Borca faiz ödüyor. Vatandaş ne yapıyor? İşletme sermayesi dönen varlıklar! Alacak ve stok finansmanı demektir. Eğer alacak finansmanı kullandıysan vade farkı almışsındır, stok finansmanında kullanmışsan stoklarının değeri artmıştır. Bunları hesaba dahil ettin mi? Stokların durduğu yerde artmış. Enflasyon kadar arttı değeri. Ödediğin faiz sende kalmadı ki! Onu fiyatların, alacakların, stokların üzerine attın! Hatta dedin ki “İyi ki de almışım. Şu fiyattan almışım, dolar şu kadardı, şimdi daha yüksek.” Stokları bir değerlendirin, bakalım karda mı zararda mı? Stok için ödenen paranın faizi külfet sayılıyor. Fiyat artış farkı da var ama. Aldığı arsanın makinenin değeri düşmüş mü? Onun da yarattığı katma değer yok mu? Ben bu faizi ödedim demek mevduat faizleri sıfır olsun demek. Bu borçla neyi finanse ettin? İşletme veya sabit sermaye, alacaklar, stoklar... Vade farkı aldın, stokun değerlendi. Sabit sermaye ise binan arsanın değeri arttı. Nerede zararın? En azından reel faize bakalım…

Türkiye’de finansman baskısı mı var?

Bir kaynak kıtsa pahalıdır. Türkiye’de para kıttır ve reel faizler daha yüksektir. Kuru hiç karıştırmamalı. Yüksek kur kadar sanayiciyi koruyan başka bir duvar yoktur. Yavru kuş ufak ufak uçmaya başlamış. “Anne, çok güzel uçuyorum ama göğsüme çarpan hava beni yavaşlatıyor. Hava olmasa ne uçardım.” O yüksek kur olmasa sanayi diye bir şey olmazdı. Almanya’da sermaye daha ucuzdur. Ama genelleme her zaman öyle olmuyor. Türkiye’de her zaman negatif faiz vardı. %65 enflasyon olan yerde %35’le para kullanırdık. Sanayicilik stokçuluktur. Türkiye’de para Almanya’dan pahalıdır diyelim. Güzel de Almanya’da otomobil işçilerinin saat ücreti 35-40 euro, Türkiye’de 10 euro! Orada da emek pahalı. Sen sadece para mı kullanıyorsun? Emekten niye söz etmiyorsun? Türkiye’de olacaksın, reel faizde Almanya’dan daha yüksek ödeyeceksin. 14’ten kulanmışsan 8.5 enflasyon varsa reel faiz % 5. Almanya’da da % 3-4.

Sanayici yeni şartlara uymalı

Sanayinin, üretimin bugünkü yapısıyla atılım yapmak mümkün mü? Zaman zaman sanayici de dile getiriyor. Bir yerde takıldık kaldık gibi bir durum mu var?

Eğer büyüme yavaşlamışsa talep daralmıştır. Fiyat zammı yapmayı zorlaştırır, karları azaltır. Kuvvetli talep olmadığı için zam yapamıyor, yük sırtında kalıyor. Yüzde 9 büyüdüğünde göbek mi atıyorlar? Hayır. Temel konu şurada; Türkiye’de 2012’den itibaren enflasyondan yüksek döviz fiyat artışı var. TL değer kaybediyor. Cari açık yüzde 9.7’yi bulunca bilinçli olarak bu karar alındı ve 4.5 seviyelerine geldi. Şimdi aslında bu bir dönüşüm icap ettiriyor. Sanayicinin yeni şartlara uyması lazım. Havalar soğudu palto giymek lazım. Çevre şartları değişince kimler hayatını idame ettirecek? Sanayici uyumda zorlanıyor. Onun da bir yapısı var. Belki ithale çok dayalı bir üretimi var, dönemiyor, filan. Çevre şartları reel faiz, kur, iç talep, dış talep... Şartlar deşiyor ve bünye adapte olamıyor ama daha önemlisi olmakta tereddüt geçiriyor. “Ya bu devletin ipiyle kuyuya inilir mi? Hadi ben yerlileşeyim, cart diye dövizi bastırırlarsa elimde patlar.” Döviz düşünce ihracat şansı azalacak. Türkiye’de döviz fiyatlarının enflasyonla ilişkisi hangi istikamette gidecek? Asıl önemli olan budur. Enflasyondan hızlı mı, az mı aratacak? Bir süredir hızlı artıyor. Özellikle dolar. Bizde algılamayı dolar yaratır. Sanayici şuna inanamıyor; bir iki sene adaptasyon, soğuğa, yağmura alışacağım ama ya yeniden güneş açarsa! Açar mı açmaz mı? İthal yerine yerli koyayım mı? İnanayım mı? Bugün başarılı olanlar ithal girdiyle çalışanlar. Döviz fiyatları enfl asyondan fazla arttığı için maliyetleri hızlı artıyor. Onu karşılayacak zammı da yapamıyorlar, güvenemiyorlar.

Bu gelişmede koalisyon olasılığının da etkisi var mı?

Belirsizlik döviz fiyatlarını artırıyor. Şimdi zam yapamamaktan rahatsız. O zaman büyük koalisyon ortaya çıksın ki Türkiye’ye döviz gelir, düşer... Derdim ne? İthal girdi maliyet artışını satışa yansıtamıyorum. Bu ucuz döviz sanayiciliği. Döviz fiyatı arttı mı olmuyor. Ama ne diyelim ki adama yıllardır Türk parasının kıymetini koruyacağım demişsin, adam da ona uymuş. günahı yok. Ama şimdi yeni şartlara uyum göstereceğim de devam eder mi? Ben de güvenemiyorum. Türkiye paradigmasını kolay kolay terk etmez.

Geçenlerde bir partinin ekonomi ile ilgili görüşlerini dinledim. Türkiye’de en kritik mesele döviz fiyatıdır. Bir şey söylesin diye bekliyorum. Tam aksine dedi ki; “AKP hükümeti cari açığı parasal politikalarla çözmek istiyor, biz fiskal politikalarla çözeceğiz.” Nasıl çözeceksin? Efendim öyle bir vergi ve teşvik politikası uygulanacakmış ki Türkiye cari açığını kapatacakmış. halbuki AKP hükümeti döviz fiyatını yükselterek ihracatı teşvik ediyormuş. Halbuki bunlar selektif teşvikler kullanarak yüksek katma değerli üretim yaparak döviz fiyatı aynı kalsa dahi cari açığı kapatacaklarmış. Böyle bir şey yok? “Bugünkü hükümeti ve onların ekonomik yönetim ekibini bir füzeye koyup uzaya atsak Türk ekonomisi daha hızlı kalkınır. Mevcudiyetleri işi yavaşlatıyor. İlave bir şey yapmaya gerek yok, işler düzelir” dedi.

Koalisyon tartışmaları yapılıyor. Sizce en olası koalisyon ne olabilir?

Gündemi ne olmalıdır? Türkiye’de bir numaralı mesele Kürt meselesidir. Sadece Kürt meselesini çözmek için bir koalisyona ihtiyaç vardır. HDP’nin Meclis’e girmesi çok önemli bir fırsat. Açılımı yaratan da AKP’dir. Bu durumda tek geçerli koalisyon AKP – HDP’dir. Bu sırada AKP tek partiymiş gibi ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Babacan dışardan, Başçı da Merkez Bankası’nda, ekonomiyi AKP yönetecektir.

Partilerin açıklamalar var. Bu olası gözükmüyor...

Olası mıdır bilmem. HDP’ye de kıvırma kaçma derim. 80 vekilin hakkını vermeye mecbur. Göster bakalım Türkiye partisi olduğunu. Koalisyon bunu yaptıktan sonra yeni seçime gitmeli. Türkiye yolunu seçimle bulur, ya AKP’yi siler ya diriltir. Ama birinci öncelik Kürt meselesidir ve bunu da ancak AKP ve HDP ellerini taşının altına koyarak yapabilir. Çözecek iki ortak ortada. Tayyip Erdoğan, artı AKP. Erdoğan kendi başına bir güç. Davutoğlu’nun yönetimindeki AKP’den bahsetmiyoruz. Halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı. General Sisi gelmeyecekse Erdoğan orda kalacaktır. AKP’yi dışta bırakarak Kürt meselesini nasıl çözeriz? Kürt meselesinde bundan daha büyük partner mi arıyorlar? HDP’nin en doğal partneri AKP. Kenara çekilip durmanın anlamı yok.

Demirel, Özal'ın ekonomi politikasına alternatif arıyordu

9’uncu Cumhurbaşkanı Demirel vefat etti. Siz kendisiyle tanışır mıydınız? Çalışmanız olmuş muydu?

Tanıma fırsatım olmuştu. Rahmetli Demirel siyasi yasaklıydı. Özal, Demirel’in yasakları kalkmasın istiyor. “No no” diyor. Demirel’in yasakları kalktı, başladı Özal’ın üzerine dozer gibi gelmeye. Özal politikalarının bir kısmının da zaten vadesi dolmuştu. Bir grup geldiler. Demirel’in yakınları. Demiş ki Demirel, Özal’ın politikasına alternatif politika geliştirin. (Türkiye’de hep alternatif olmadığına inanılır. Ecevit konuşmuştu; “Ne yazık bizim seçeneğimiz yok” demişti.) Özal da bir efsaneleşmişti o zamanlar. Nasıl Türkiye’de AKP’nin alternatifi yoksa... Demirel’in, Özal’ın, şimdi de Tayyip Erdoğan’ın… Nedense böyle bir şey vardır... Neyse Demirel “Ekip kurun” demiş. Bana da geldiler. “Beyefendi’nin talimatıyla bize katılır mısın?” Bunlar öyle sualler ki katılmam demek çok zor. Bir fikrin varsa gel söyle. Katılırım dedim. Toplantılara katılıyorum. Kendime göre geliştirdiğim teoriler filan var, yazıp veriyorum filan. Ben Demirel’e oy vermişimdir. En çok ona oy verdim. Anti patim yoktu. Bir yakınlaşma oldu. O da sormuş kimler var? Toplantılara beni de çağırmaya başladılar. Tansu Çiller parlıyor, kocası Özer (Çiller) arkadaşım. “Egecim, Tansu ile tanışın” filan. Neyse sonunda bir gün Demirel büyük bir toplantı yapacak. Şöyle bir format var. Osman Ulagay, ben ve Güngör Uras, Demirel’e sorular soracağız. Sheraton Otel’de. Öyle hatırlıyorum. Demirel konuştu. Millet yerlerde oturuyor, “Kurtar bizi baba. Tencere aş değil, taş kaynıyor!” Birtakım adamlar var. Müthiş canım sıkılıyor. Öyle bir tablonun içinde olmak beni hafif sinirlendiriyor. Niye geldim filan diyorum. Demirel dedi ki “Türkiye’de yönetim, idare problemi vardır. Türkiye’nin meselesi budur. İyi yönetilmiyor, meselenin özü buradadır.” Devamlı bunun üzerine konuşuyor. Yani Özal gitsin ben geleyim. Ne yapacağını söylemiyor. O gitsin ben geleyim. Ben de biraz şişiyorum ya... Bir sual sorayım. “Kaynaklar sonsuzdur” filan diyor. Şimdi bitti gazeteciler soracak... Sıra geldi bana dedim ki “Sayın Demirel, deminden beri dinliyorum, vatandaşa çok şeyler vaad ettiniz ve meselenin bir yönetim meselesi olduğunu söylediniz. Acaba vatandaştan hiç bir talebiniz yok mu? Vatandaş ne yapıyorsa öyle yapsın, saat kaçta kalkıyorsa, yatıyorsa... Öğrenciler kopya çekiyorsa devam etsin, esnaf ne yapıyorsa... Herkes yaptığı işi aynı şekilde yapmaya devam etsin. Ama sadece var olan iktidar gitsin, sizin partiler gelsin Türkiye daha hızlı kalkınır. Şimdi herkes yaptığı işe aynı şekilde devam ederse farklı bir sonuç kabil değil. Sizin vatandaştan farklı beklentileriniz olması lazım. Belki iki saat fazla çalışacaklar, belki tasarruf edecekler. Sadece yöneticilerin değiştiği ortamda çok fazla bir şey olmaz gibi geliyor. Siz vatandaşa iyi yönetim vereceksiniz vatandaş size ne verecek?” “Efenim ben nerede ne konuşulacağını bilirim. Bazı şeyler umumun önünde konuşulmaz. Meydanlarda başka türlü, entelektüel toplantıda, teknik toplantıda başka olur. Burada siyasetçi olarak konuşuyorum. Bu kabil suallerin cevabını başka toplantılarda bihakkın veririm, öbür suallere geçelim.” Şimdi “Bu yönetimi füzeye koyup uzaya atsan daha iyi olur” demek de bu.

Türkiye'ye yeni bir hikaye lazım olduğunu çok kimse söylüyor. Yabancılar da zaman zaman dile getiriyorlar. Ama bu hikaye ne olabilir? 'Duayenlerle Söyleşiler' köşesinde görüşlerine yer verdiğimiz ekonomi yazarı Ege Cansen, "Türkiye euroya geçmeli. Türkiye'nin yeni hikayesi bu olabilir, olmalıdır" diyor. Türkiye AB'ye üyelik müzakereleri yürütüyor. Gümrük Birliği ile bir anlamda AB iç pazarının içinde zaten. Euroya geçebilir mi? Bu teknik olarak mümkün mü?.. AB ne der? Daha birçok soru cevaplanması gerekiyor.

Bir süredir, özellikle dış çevrelerden “Türkiye’nin hikâyesi bitti, yeni bir hikaye lazım” gibi sözler, değerlendirmeler oluyor. Sizce yeni hikâye ne olabilir?

Türkiye için yeni hikâye, ulusal para birimini terk edip, bölgesel para birimi olan euroya geçme olabilir. Birçok iktisatçının euronun ortadan kalkacağını iddia ettiği bir zamanda bu öneri ne kadar doğru? Ayrıca gerçekçi mi? Bence evet, hem doğru hem de gerçekçi bir öneridir. Türkiye için “yeni hikâye” bu olmalıdır. Çünkü “yapısal değişim” denen şey ancak böyle bir proje ile gerçekleşebilir. Hazırlıklara hemen başlayalım. Bu geçiş önce TL’yi Euro’ya sabitleme şekilde olur. Bu da AB ile benzeşmemize fayda sağlar.

Sözcü’deki makalemde de yazdım. “TL ile AB’de sefer olmaz.”

Bir kere eurodan kimse çıkmak istemiyor. Yunanistan da istemiyor. Portekiz gibi AB’nin diğer zayıf ülkeleri de istemiyor. Onlar da İnşallah böyle bir girdaba kapılmayız diye dua ediyorlar. AB’nin “dayı” ülkeleri istemiyor. Yunanistan’ın kaprislerine dayanamayanlar var ama onlar “biz kemer sıktık, Yunanistan da sıksın” diyenlerdir. Yunanistan’a “Euroda kal, ama mali disipline de uy” deniyor.

Türkiye’nin tam olarak euroya geçmesi stratejik bir hedeftir. Euronun yaratılış gerekçesi şudur: İç ve dış ticaretin artması ile milletlerin zenginleşmesi arasında doğrusal ilişki vardır. Ülke içinde ticaret “tek para birimi” ile yapılıyor. Dış ticaret iki para birimi kullanmayı gerektiriyor. İki para dış ticaret hacminin genişlemesini engelliyor. Çünkü ülkeler arasında kur ve faiz farkı riskleri oluşuyor. Bölgesel para fikri de buradan çıktı. Nobel’li iktisatçı Mundell’in “Optimum Currency Area” dediği kavramın gelişmesi böyle oldu. Böylece bölgeye katılan ülkelerin arasındaki dış ticaret iç ticarete dönüştü. Ticari sözleşmelerde satış fiyatı ile maliyet ve finansman aynı parayla yapılırsa “kur riski” ve “faiz farkı” sıfır olur. Bu da üretimi, ticareti ve finansmanı “spekülatif kumar” olmaktan çıkarır. Girişimciler “esas faaliyet kârına” odaklanır, verimlilik artar.

Faiz eleştirilerken stokun değerlenmesi gözardı ediliyor

Geçenlerde İSO 500 açıklandı. Bizim gazetedeki başlığımız “Faiz gideri devlerin kar ortağı oldu” şeklindeydi. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince aradı... “Bizim sanayicimizin derdi bir tek faiz midir? Verimlilik, rekabet gücü bunun neresindedir? Bunların da konuşulması lazım” dedi.

Faiz gideri kâra ortak denilmiş ama enfl asyon düzeltmesi yapıldı mı? Tasarruf sahibinin parasını kullanıyorsun. Bankacı % 9–10’la alacak, sanayiciye sıfırla veremez. O zaman mevduat faizleri sıfır olsun desin. Bunun mantığı var mı? “Kar faiz giderine gitti” deniliyor. Bankaya ödediğine bakıyorsun. Banka aracı. Özkaynakları üzerinden bakarsak orada da kar yok. Ölçmeden önce ölçme alatenin kalibre edilmesi gerekir. Bunun en önemli aracı da enflasyonu görmek ve reele getirmek.

Arkadaş para aldı ve stok aldı. Özkaynak ve borç bilançonun pasifindedir. Borca faiz ödüyor. Vatandaş ne yapıyor? İşletme sermayesi dönen varlıklar! Alacak ve stok finansmanı demektir. Eğer alacak finansmanı kullandıysan vade farkı almışsındır, stok finansmanında kullanmışsan stoklarının değeri artmıştır. Bunları hesaba dahil ettin mi? Stokların durduğu yerde artmış. Enflasyon kadar arttı değeri. Ödediğin faiz sende kalmadı ki! Onu fiyatların, alacakların, stokların üzerine attın! Hatta dedin ki “İyi ki de almışım. Şu fiyattan almışım, dolar şu kadardı, şimdi daha yüksek.” Stokları bir değerlendirin, bakalım karda mı zararda mı? Stok için ödenen paranın faizi külfet sayılıyor. Fiyat artış farkı da var ama. Aldığı arsanın makinenin değeri düşmüş mü? Onun da yarattığı katma değer yok mu? Ben bu faizi ödedim demek mevduat faizleri sıfır olsun demek. Bu borçla neyi finanse ettin? İşletme veya sabit sermaye, alacaklar, stoklar... Vade farkı aldın, stokun değerlendi. Sabit sermaye ise binan arsanın değeri arttı. Nerede zararın? En azından reel faize bakalım…

Türkiye’de finansman baskısı mı var?

Bir kaynak kıtsa pahalıdır. Türkiye’de para kıttır ve reel faizler daha yüksektir. Kuru hiç karıştırmamalı. Yüksek kur kadar sanayiciyi koruyan başka bir duvar yoktur. Yavru kuş ufak ufak uçmaya başlamış. “Anne, çok güzel uçuyorum ama göğsüme çarpan hava beni yavaşlatıyor. Hava olmasa ne uçardım.” O yüksek kur olmasa sanayi diye bir şey olmazdı. Almanya’da sermaye daha ucuzdur. Ama genelleme her zaman öyle olmuyor. Türkiye’de her zaman negatif faiz vardı. %65 enflasyon olan yerde %35’le para kullanırdık. Sanayicilik stokçuluktur. Türkiye’de para Almanya’dan pahalıdır diyelim. Güzel de Almanya’da otomobil işçilerinin saat ücreti 35-40 euro, Türkiye’de 10 euro! Orada da emek pahalı. Sen sadece para mı kullanıyorsun? Emekten niye söz etmiyorsun? Türkiye’de olacaksın, reel faizde Almanya’dan daha yüksek ödeyeceksin. 14’ten kulanmışsan 8.5 enflasyon varsa reel faiz % 5. Almanya’da da % 3-4.

Sanayici yeni şartlara uymalı

Sanayinin, üretimin bugünkü yapısıyla atılım yapmak mümkün mü? Zaman zaman sanayici de dile getiriyor. Bir yerde takıldık kaldık gibi bir durum mu var?

Eğer büyüme yavaşlamışsa talep daralmıştır. Fiyat zammı yapmayı zorlaştırır, karları azaltır. Kuvvetli talep olmadığı için zam yapamıyor, yük sırtında kalıyor. Yüzde 9 büyüdüğünde göbek mi atıyorlar? Hayır. Temel konu şurada; Türkiye’de 2012’den itibaren enflasyondan yüksek döviz fiyat artışı var. TL değer kaybediyor. Cari açık yüzde 9.7’yi bulunca bilinçli olarak bu karar alındı ve 4.5 seviyelerine geldi. Şimdi aslında bu bir dönüşüm icap ettiriyor. Sanayicinin yeni şartlara uyması lazım. Havalar soğudu palto giymek lazım. Çevre şartları değişince kimler hayatını idame ettirecek? Sanayici uyumda zorlanıyor. Onun da bir yapısı var. Belki ithale çok dayalı bir üretimi var, dönemiyor, filan. Çevre şartları reel faiz, kur, iç talep, dış talep... Şartlar deşiyor ve bünye adapte olamıyor ama daha önemlisi olmakta tereddüt geçiriyor. “Ya bu devletin ipiyle kuyuya inilir mi? Hadi ben yerlileşeyim, cart diye dövizi bastırırlarsa elimde patlar.” Döviz düşünce ihracat şansı azalacak. Türkiye’de döviz fiyatlarının enflasyonla ilişkisi hangi istikamette gidecek? Asıl önemli olan budur. Enflasyondan hızlı mı, az mı aratacak? Bir süredir hızlı artıyor. Özellikle dolar. Bizde algılamayı dolar yaratır. Sanayici şuna inanamıyor; bir iki sene adaptasyon, soğuğa, yağmura alışacağım ama ya yeniden güneş açarsa! Açar mı açmaz mı? İthal yerine yerli koyayım mı? İnanayım mı? Bugün başarılı olanlar ithal girdiyle çalışanlar. Döviz fiyatları enfl asyondan fazla arttığı için maliyetleri hızlı artıyor. Onu karşılayacak zammı da yapamıyorlar, güvenemiyorlar.

Bu gelişmede koalisyon olasılığının da etkisi var mı?

Belirsizlik döviz fiyatlarını artırıyor. Şimdi zam yapamamaktan rahatsız. O zaman büyük koalisyon ortaya çıksın ki Türkiye’ye döviz gelir, düşer... Derdim ne? İthal girdi maliyet artışını satışa yansıtamıyorum. Bu ucuz döviz sanayiciliği. Döviz fiyatı arttı mı olmuyor. Ama ne diyelim ki adama yıllardır Türk parasının kıymetini koruyacağım demişsin, adam da ona uymuş. günahı yok. Ama şimdi yeni şartlara uyum göstereceğim de devam eder mi? Ben de güvenemiyorum. Türkiye paradigmasını kolay kolay terk etmez.

Geçenlerde bir partinin ekonomi ile ilgili görüşlerini dinledim. Türkiye’de en kritik mesele döviz fiyatıdır. Bir şey söylesin diye bekliyorum. Tam aksine dedi ki; “AKP hükümeti cari açığı parasal politikalarla çözmek istiyor, biz fiskal politikalarla çözeceğiz.” Nasıl çözeceksin? Efendim öyle bir vergi ve teşvik politikası uygulanacakmış ki Türkiye cari açığını kapatacakmış. halbuki AKP hükümeti döviz fiyatını yükselterek ihracatı teşvik ediyormuş. Halbuki bunlar selektif teşvikler kullanarak yüksek katma değerli üretim yaparak döviz fiyatı aynı kalsa dahi cari açığı kapatacaklarmış. Böyle bir şey yok? “Bugünkü hükümeti ve onların ekonomik yönetim ekibini bir füzeye koyup uzaya atsak Türk ekonomisi daha hızlı kalkınır. Mevcudiyetleri işi yavaşlatıyor. İlave bir şey yapmaya gerek yok, işler düzelir” dedi.

Koalisyon tartışmaları yapılıyor. Sizce en olası koalisyon ne olabilir?

Gündemi ne olmalıdır? Türkiye’de bir numaralı mesele Kürt meselesidir. Sadece Kürt meselesini çözmek için bir koalisyona ihtiyaç vardır. HDP’nin Meclis’e girmesi çok önemli bir fırsat. Açılımı yaratan da AKP’dir. Bu durumda tek geçerli koalisyon AKP – HDP’dir. Bu sırada AKP tek partiymiş gibi ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Babacan dışardan, Başçı da Merkez Bankası’nda, ekonomiyi AKP yönetecektir.

Partilerin açıklamalar var. Bu olası gözükmüyor...

Olası mıdır bilmem. HDP’ye de kıvırma kaçma derim. 80 vekilin hakkını vermeye mecbur. Göster bakalım Türkiye partisi olduğunu. Koalisyon bunu yaptıktan sonra yeni seçime gitmeli. Türkiye yolunu seçimle bulur, ya AKP’yi siler ya diriltir. Ama birinci öncelik Kürt meselesidir ve bunu da ancak AKP ve HDP ellerini taşının altına koyarak yapabilir. Çözecek iki ortak ortada. Tayyip Erdoğan, artı AKP. Erdoğan kendi başına bir güç. Davutoğlu’nun yönetimindeki AKP’den bahsetmiyoruz. Halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı. General Sisi gelmeyecekse Erdoğan orda kalacaktır. AKP’yi dışta bırakarak Kürt meselesini nasıl çözeriz? Kürt meselesinde bundan daha büyük partner mi arıyorlar? HDP’nin en doğal partneri AKP. Kenara çekilip durmanın anlamı yok.

Demirel, Özal'ın ekonomi politikasına alternatif arıyordu

9’uncu Cumhurbaşkanı Demirel vefat etti. Siz kendisiyle tanışır mıydınız? Çalışmanız olmuş muydu?

Tanıma fırsatım olmuştu. Rahmetli Demirel siyasi yasaklıydı. Özal, Demirel’in yasakları kalkmasın istiyor. “No no” diyor. Demirel’in yasakları kalktı, başladı Özal’ın üzerine dozer gibi gelmeye. Özal politikalarının bir kısmının da zaten vadesi dolmuştu. Bir grup geldiler. Demirel’in yakınları. Demiş ki Demirel, Özal’ın politikasına alternatif politika geliştirin. (Türkiye’de hep alternatif olmadığına inanılır. Ecevit konuşmuştu; “Ne yazık bizim seçeneğimiz yok” demişti.) Özal da bir efsaneleşmişti o zamanlar. Nasıl Türkiye’de AKP’nin alternatifi yoksa... Demirel’in, Özal’ın, şimdi de Tayyip Erdoğan’ın… Nedense böyle bir şey vardır... Neyse Demirel “Ekip kurun” demiş. Bana da geldiler. “Beyefendi’nin talimatıyla bize katılır mısın?” Bunlar öyle sualler ki katılmam demek çok zor. Bir fikrin varsa gel söyle. Katılırım dedim. Toplantılara katılıyorum. Kendime göre geliştirdiğim teoriler filan var, yazıp veriyorum filan. Ben Demirel’e oy vermişimdir. En çok ona oy verdim. Anti patim yoktu. Bir yakınlaşma oldu. O da sormuş kimler var? Toplantılara beni de çağırmaya başladılar. Tansu Çiller parlıyor, kocası Özer (Çiller) arkadaşım. “Egecim, Tansu ile tanışın” filan. Neyse sonunda bir gün Demirel büyük bir toplantı yapacak. Şöyle bir format var. Osman Ulagay, ben ve Güngör Uras, Demirel’e sorular soracağız. Sheraton Otel’de. Öyle hatırlıyorum. Demirel konuştu. Millet yerlerde oturuyor, “Kurtar bizi baba. Tencere aş değil, taş kaynıyor!” Birtakım adamlar var. Müthiş canım sıkılıyor. Öyle bir tablonun içinde olmak beni hafif sinirlendiriyor. Niye geldim filan diyorum. Demirel dedi ki “Türkiye’de yönetim, idare problemi vardır. Türkiye’nin meselesi budur. İyi yönetilmiyor, meselenin özü buradadır.” Devamlı bunun üzerine konuşuyor. Yani Özal gitsin ben geleyim. Ne yapacağını söylemiyor. O gitsin ben geleyim. Ben de biraz şişiyorum ya... Bir sual sorayım. “Kaynaklar sonsuzdur” filan diyor. Şimdi bitti gazeteciler soracak... Sıra geldi bana dedim ki “Sayın Demirel, deminden beri dinliyorum, vatandaşa çok şeyler vaad ettiniz ve meselenin bir yönetim meselesi olduğunu söylediniz. Acaba vatandaştan hiç bir talebiniz yok mu? Vatandaş ne yapıyorsa öyle yapsın, saat kaçta kalkıyorsa, yatıyorsa... Öğrenciler kopya çekiyorsa devam etsin, esnaf ne yapıyorsa... Herkes yaptığı işi aynı şekilde yapmaya devam etsin. Ama sadece var olan iktidar gitsin, sizin partiler gelsin Türkiye daha hızlı kalkınır. Şimdi herkes yaptığı işe aynı şekilde devam ederse farklı bir sonuç kabil değil. Sizin vatandaştan farklı beklentileriniz olması lazım. Belki iki saat fazla çalışacaklar, belki tasarruf edecekler. Sadece yöneticilerin değiştiği ortamda çok fazla bir şey olmaz gibi geliyor. Siz vatandaşa iyi yönetim vereceksiniz vatandaş size ne verecek?” “Efenim ben nerede ne konuşulacağını bilirim. Bazı şeyler umumun önünde konuşulmaz. Meydanlarda başka türlü, entelektüel toplantıda, teknik toplantıda başka olur. Burada siyasetçi olarak konuşuyorum. Bu kabil suallerin cevabını başka toplantılarda bihakkın veririm, öbür suallere geçelim.” Şimdi “Bu yönetimi füzeye koyup uzaya atsan daha iyi olur” demek de bu.